Bir Çevirmenin Dünyası

Bir çevirmen gözüyle her şey…

Parkın İçindeki Şehir: Kiev

DSCF5733.JPG

Bizim ekip her seneki gibi yine yollara düştü. Bahreyn grubundan iki kişi (Sibel ve Ayşe) eksik çıktık yola. Ayşe kızının mezuniyet töreni yüzünden geziyi iptal etmek zorunda kaldı. Eksikliğini çok hissettik elbette ama gelememe nedeni öylesine güzel ki… Annesinin rahatsızlığı yüzünden Fransa-İtalya-Monaco gezisini son anda iptal eden Berrin bu kez bizimleydi. Kısacası dört hatun, ‘Bu kez istikamet Kiev,” dedik. Burayı seçmememizin iki nedeni vardı: Vize olmaması ve TL’nin grivanın yaklaşık sekiz katı değerinde olması.

Kiev’e gideceğimizi duyanlar bizimle epey dalga geçtiler. Kadın olarak neden oraya gittiğimizi sorup durdular. Nasıl da yanlış bir yaklaşım. Nasıl da çirkin bir önyargı. Ukrayna’nın kızlarını nasıl da aşağılayan bir durum.

Neyse… Gezi notlarına dönelim.

Neler yaptığımızı, nerelere gittiğimizi anlatmadan önce genel görüşümden söz etmek istiyorum.

Ünlü Alman edebiyatçı Goethe, Kiev ile ilgili şöyle demiş: “İçinde parklar olan şehirler gördüm ama parkın içinde şehri ilk kez görüyorum.” Gerçekten öyle. Her yer park, her yer yeşil, her yer orman. Beni tanıyanlar böylesi bir yeşillikte kuşlarla nasıl baş ettiğimi sordular. Evet, biraz zor oldu; zorlandığım, gerildiğim anlar yaşadım ama bir şekilde atlattım. En zoru ellerindeki paçalı güvercinleri satmak için üzerinize yürüyenlerdi. Neyse ki onlardan bucak bucak kaçmayı başardım. (Bilmiyenler için ufak bir not: Benim ciddi anlamda kuş fobim var.)

Dil bilen sayısı çok az. Bilenlerin ya da bildiğini iddia edenlerin bir çoğuyla ise anlaşmak neredeyse olanaksız. Yine de el kol işaretleriyle yardımcı olmak için büyük çaba harcıyorlar. Hatta  yol sorduğumuz bir çift işini gücünü bırakıp gideceğimiz yere kadar bize eşlik etti. Oldukça uzun bir yoldu üstelik.

İnsanları genel olarak sert ve suratsız. Savaşın acılarını hala taşıdıklarını hissediyorsunuz.

Dolandırılma riskiniz var. Bizim iki kez başımıza geldi. Havaalanında taksi için az bir dolar bozdurduk. Üzerimizde 50 dolar olduğundan üzerini dolar olarak aldık ve sonradan beş doların sahte olduğunu anladık. Hem de döviz bürosunda. İkincisi ise havaalanı-otel transferinde oldu. Kiev’e çok geç ineceğimizden ve şehri bilmediğimizden gitmeden önce otelden transfer istedik. Bize verdikleri fiyat 550 UAH idi. Gerek mesafeleri bilmediğimizden gerekse TL’ye çevrildiğinde dört kişi için makul bir ücret olduğundan kabul ettik. Sonrasında şehir merkeziyle havaalanı arasının en fazla 100 UAH olduğunu öğrenince çok sinirlendik tabii ama iş işten geçmişti. Üstüne üstlük havaalanında bir saat bekletildik ve şoför zil zurna sarhoştu.

Şehir içi ulaşımda metro çok rahat. Üç hat var. Kırmızı, sarı ve mavi. Doğudan batıya, kuzeyden güneye tüm şehri kaplıyor. Taksiler de iyi bir alternatif. Çok ucuz ama binmeden önce mutlaka pazarlık yapın. Turist olduğunuz için söylenen ilk fiyat oranın standartlarına göre aşırı yüksek. TL’ye çevirince çok ucuza geliyor diye düşünüp gereksiz yere kazık yemeyin.

Biz havaalanı geliş gidişi dışında taksi kullanmadık. Her yere metro ile gittik. Metro bileti 4 UAH. Taksiyi tercih etseniz bile Arsenalna istasyonunu mutlaka görün. Kiev metrosu dünyanın en derin metrosu, özellikle de bu istasyon. Yürüyen merdivenle aşağıya inmesi dört dakika sürüyor. Merdivenin sonunu göremiyorsunuz.

Kahvaltı için Aroma Cafe’yi tavsiye ederim. Neredeyse her köşe başında var. Hem lezzetli hem de uygun fiyatta.

Şarapların en sek olanında bile hafif bir meyve aroması var. Benim gibi buruk şarap seven biri için pek keyifli değil ama çok çeşitli bira var. Bira sevmeme rağmen 18671276_10156256046832222_6930548518857027436_nben bile keyifle içtim.

Gezinizi hafta sonuna denk getirmenizi tavsiye ederim çünkü şehrin merkezi olan Khreschatyk Caddesi trafiğe kapatılıyor; dans gösterileri, müzik dinletileri, çeşitli etkinlikler oluyor. Tam bir şenlik.

Sigara konusunda bizden farklı değiller ama sakın sokakta yürürken içmeyin.

Bir de tavsiye: Mutlaka dondurma ve sushi yiyin.

İkinci bir tavsiye: Paranızın tamamını bir kerede bozdurmayın. Kur çok oynak. İhtiyacınız oldukça bozdurun.

Otel rezervasyonumuzu Booking.com’dan yaptık ve KievInn’de konakladık. Gerek konum gerekse temizlik olarak son derece memnun kaldık. Resepsiyon görevlilerinden sadece bir kişi İngilizce biliyordu, o da bize epey yardımcı oldu. Aralarındaki tek güleryüzlü kişi de oydu. Ta ki havaalanı transferinden dolayı kazık attığı ortaya çıkana dek. 😀

Kiev’de üç gün geçirdik. Aslında iki gün yeterliymiş. Ama hiç koşturmadan, sık sık mola verip keyif yaparak geçirdiğimiz bir gezi oldu. Doğrusu gezi süresini dört gün yapıp, iki gün Kiev’de, iki gün Liviv’de geçirmek. Liviv uğruna bir Ukrayna seyahatimiz daha olacak yani. 😀

Şimdi gelelim neler yaptığımıza…

İlk gün  Kiev’in merkezi olan ve kaldığımız otele yürüme mesafesindeki Maidan Nezalezhnosti’de (Nezalezhnosti Meydanı) kahvaltı edip Khreschatyk’den metroya bindik ve bir durak sonra Arsenalna’da inerek Mariinsky Parkı’na yürüdük. Burası çeşmeler ve heykellerin olduğu yemyeşil bir park. Dinyeper Nehri’nin nefis manzarasına hakim.

DSCF5588.JPG

DSCF5600.JPG

Parkın içinden geçip Perchersk Lavra’ya çıktık. Lavra içinde 17 kilisenin yer aldığı dini bir merkez. UNESCO Dünya Mirası Listesinde. Ortadoğu Ortodoks Hıristiyanları için önemli bir yer. Büyük bir çan kulesi ve iki adet yeraltı manastırı mevcut. Ayasofya Katedrali, Çan Kulesi ve yeraltı manastırları mutlaka görülmeli. Ne yazık ki Ayasofya Katedrali ve yeraltı manastırlarında fotoğraf çekmek yasak.

DSCF5653.JPG

Ayasofya Kadetrali

DSCF5652.JPG

DSCF5659.JPG

DSCF5641.JPG

Çan Kulesi

Yeraltı Manastırları biraz klostrofobik mekanlar. Daracık ve aşırı loş bir koridorda ilerliyorsunuz. Sağınızda ve solunuzda cam tabutlar içinde yatan ölüler var. Daha sonradan öğrendiğimize göre bunlar o mağaralarda yüzyıllarca çürümeden kalmış cesetlermiş ve mağaralar bulunduktan sonra çıkarılmışlar. Hepsi mumyalanmış, giydirilmiş, yüzleri bir bezle örtülmüş halde cam tabutlara konmuş. Bazılarının elleri açıktaydı. İçeride çok rahatsız edici bir koku vardı. Mağaraların havasızlığından mı, yanan mumlardan mı yoksa yanıbaşınızda yatan ölülerden mi kaynaklıydı bilmiyorum ama uzun süre dayanılabilecek gibi değildi. Üstelik anında çıkamıyorsunuz, girdiğiniz anda sonuna kadar gitmeniz gerek. Evet, büyük yerler değil ama önünüzde duvardaki her ikonu, her cam tabutu öperek ilerleyen bir güruh var ve ibadet ettikleri için, ‘Yol verin, ben geçeyim,” diyemiyor ve bekliyorsunuz. Burada beni en şaşkına çeviren bir kadının yaptığı oldu. Koridorun en dibinde muhtelemen bir çocuğa ait olan tabutun kapağını kaldırdı ve eğilip öptü. Ardından  yüzü yüzüne değecek kadar eğilip yaklaşık beş dakika dua etti. Bu arada üzerinizde şort, tayt ya da pantolon varsa girişteki papaz orada hazır duran eteklerden birini giymeniz için sizi uyarıyor. Anlattığım durum kulağa biraz tatsız gelse de mutlaka görülmesi gerek.

Lavra en az yarım günü alan bir yer. İçeride yemek yiyebileceğiz düzgün bir mekan yok. Tek bir yer var ama oraya  girer girmez kokudan dışarı kaçıyorsunuz. Dolayısıyla yanınıza atıştırmalık bir şeyler ve su alın. Lavra sınırları içinde sigara içilmediğini de eklemeliyim. Bununla ilgili herhangi bir uyarı olmadığından biz o hatayı yaptık ve papazın birinden ciddi azar işittik. 😀

Lavra’nın çıkışından sola dönüp aşağıya doğru yürüdüğünüzde Savaş Müzesi’ne gidiyorsunuz. Biz hem çok yorulduğumuz ve acıktığımız için hem de  merkezdeki hafta sonu şenliğini kaçırmak istemediğimiz için yeteri kadar vaktimiz olduğunu düşünerek bu işi ertesi güne bıraktık ve yine metroyla Khreschatyk’a geri dönüp caddenin şenliğine katıldık.

İkinci gün programında Dinyeper Nehri’nde tekne turu ve Hidro Park vardı. Nehir kenarına yani Padol’a metro ile gidilebiliyor ama biz finiküleri tercih ettik. Belli saatlerde kalkan teknelerden birine binip bir saat süren bir nehir turu yaptık. Şehrin nehirden görüntüsü görülmeye değer diyeceğim ama ağaçlardan şehir görünmüyor. Öylesi yeşil.

DSCF5702.JPG

DSCF5757.JPG

Tekne turundan sonra metro ile Hidropark’a gittik. Hidropark, Dinyeper Nehri kıyısında yemyeşil bir alan. Parkta dolaştık ve ardından nehir kıyısında bir kafede oturup keyif yaptık.

DSCF5781.JPG

DSCF5790.JPG

Hidropark dinlenmesi sonradan işimize yaradı çünkü Savaş Müzesi’ne kadar yürüdük. Yol yaklaşık bir kilometre olsa da epey yokuş çıkılıyor. Hava da oldukça sıcak olunca… Kısacası canımız çıktı ama değdi.

Müze alanına geldiğinizde sizi Dinyeper Nehri’ne tepeden bakan, 62 metre yüksekliğindeki anavatan heykeli karşılıyor.

DSCF5821.JPG

Meydana inen yolda tanklar, savaş uçakları, toplar sergileniyor. Meydandaki havuzun içinde etkileyici bir asker anıtı var.

DSCF5819.JPG

Savaşın acı ve çirkin yüzü daha girişte çarpıyor sizi ama asıl çarpıcı yer müzenin içi. İçeri adım attığınız anda karşınıza ilk çıkan taranmış bir araba. İlk salonda Ukrayna-Rusya savaşından anılar var. Çok can yakıcı. Ardından 2. Dünya savaşı görüntüleri karşılıyor sizi. Her salon yeni bir acı.

18739955_10156261361062222_6368054979014127835_n.jpgIMG_2696.JPG

18740469_10156261361187222_8235457715351634617_n.jpg

Ama beni en çok etkileyen, gözlerimin dolmasına neden olan son salondu. Üzerinde şehitlerin anısında konmuş matara ve bardakların bulunduğu upuzun, gerçekten upuzun bir masa olan ve duvarları şehitlerin fotoğraflarıyla dolu bir salondu burası. Çok canımı yaktı.

IMG_2675

Üçüncü günümüz sakin geçti. Şehrin sokaklarında dolandık, kafelerinde oturduk. Yürüme mesafesindeki Kiev Altın Kapıları’na gittik. Doğruyu söylemek gerekirse burasının hiçbir özelliği yoktu. Zaman yoksa görülmese de olur.

Ve bir seyahatin daha sonuna geldik. Ama bitmedi… Daha uçaktan inmeden yeni programlar konuşulmaya başlanmıştı bile. Mottom belli: Seyahat etmek lazım. 😀

4 comments on “Parkın İçindeki Şehir: Kiev

  1. serbestgiris
    25 Aralık 2018

    Evet şehir gerçekten çok güzel yeşillik doğa ve kent iç-içe. 2.dünya savaşından en derin nasibini almış bir kent. Sovyetler tabii ki, bütün bu acıyı unutturmak dindirmek için şehiri yeniden inşa etmişler. Ama yapacak bir şey yok turistlere her yerde nerdeyse aynı muameleyi görürler. Inşallah birde Sankt Peterburga gidersiniz ve kentin ne kadar sihirli olduğunu görürsünüz.

    Liked by 1 kişi

    • Arzu Altınanıt
      25 Aralık 2018

      St. Petesburg en çok gitmek istediğimiz yerlerden biri. Özellikle de beyaz geceler zamanı. Ucuz bilet kovalıyoruz. 😀

      Beğen

      • serbestgiris
        25 Aralık 2018

        Yazın hatırlıyorsanız sizin için temin ede bilirim

        Beğen

    • Arzu Altınanıt
      25 Aralık 2018

      Biliyorum. Teşekkürler. Denk getireceğiz inşallah.

      Beğen

Arzu Altınanıt için bir cevap yazın Cevabı iptal et

Information

This entry was posted on 1 Haziran 2017 by in Gezi Notları, Tüm Yazılarım and tagged , , , , , .