Bir Çevirmenin Dünyası

Bir çevirmen gözüyle her şey…

Cennetten Bir Köşe: Leros

IMG_2991 - Kopya.JPG

Dünyanın diğer ucuna gittim ama burnumun dibindeki Yunan adalarına hiç yolum düşmedi.  Ta ki birkaç gün öncesine kadar.

Bu kez çok masumduk, tek amaç Schengenleri yenilemekti.  Sonrası hazır vize alıyorken diye başlayıp Leros’ta bitti. 😀 Aslında ilk hedef Kos’tu ama yaz aylarında Kos’a gitmenin pek akıllıca olmayacağına karar verip kısa süre önce orada olan kardeşimle eşinin önerisine uyarak Leros’ta karar kıldık ve bizim malum gezi ekibinden üç kişi, Sibel, Bahar ve ben hazırlıklarımızı tamamlayıp yola koyulduk. Çok da iyi yaptık.

Leros tek kelimeyle bir cennet. Doğal, bakir, samimi… Huzur mekânı. Tam anlamıyla dinlenme yeri. Asla kazık yemiyorum düşüncesiyle rahat rahat tatil yapma adası.

Leros’a Turgutreis’ten direkt seferler var. Illaas Kaptan’ın teknesiyle cuma günleri sabah onda yola çıkıp bir saat on beş dakika sonra Leros’a ulaşıyorsunuz. Giriş biraz sıkıntılı çünkü pasaport kontrolü epey uzun sürüyor. Küçük bir barakada sadece iki gişeyle işlem yaptıkları ve herkesten tek tek parmak izi aldıkları için durum bu. Bu arada tekneye binerken yanınıza su ya da o tür ihtiyaçlarınızı alın. Teknede büfe gibi bir şey yok.

Otel rezervasyonumuzu her zamanki gibi Booking.com’dan yaptık. Leros genel olarak aile işletmesi küçük pansiyonların olduğu bir yer, bu yüzden fiyatlar ve sundukları imkanlar aşağı yukarı aynı. Biz bahçesine hayran kaldığımız için Alinda Koyu’ndaki Angelika Studios‘u seçtik. Burası denize sıfır bir yer değil ama yürüme mesafesinde. Balkonunda oturduğunuzda karşınızda çiçekler içinde bir bahçe ve nefis bir deniz manzarası var. Odaların temizliğine tam puan versem bile yetmez, her şey yeni paketten çıkmışcasına pırıl pırıl.

IMG_2900.JPG

Angelika Studios, resepsiyonun önündeki verandadan görüntü

IMG_3142.JPG

Odamızın balkonundan

Bir aile işletmesi. Mary, Yanni, oğulları ve kayınpeder Marcos bizi mutlu etmek, rahat ettirmek için adeta çırpındılar. Yanni bizi marinadan karşıladı, hepimizle tek tek tokalaştı, valizlerimizi taşıdı ve dönerken de geri götürdü. Hem de ücretsiz. Angelika Studio’ya vardığımızda Mary bizi öyle sıcak karşıladı ki sanki uzun süredir görmediği arkadaşları gelmişti. Marcos ise dünya tatlısı bir adam. Her sabah bahçeden topladığı çiçeklerle günaydın dedi bize. WIFI sizin için çok önemliyse o sorun olabilir çünkü sadece resepsiyon civarında bağlanabiliyorsunuz. Bu tüm adanın genel durumu. İnternet bağlantısı oldukça yetersiz. Ama zaten tatildeyiz, değil mi?

IMG_2901.JPG

Marcos ile

Leros’a öğlen vardık. Hemen odaya yerleştik, üzerimizi değiştirdik ve Mary’nin yönlendirmeleriyle adayı keşfe çıktı. Önce sahile inip sola dönerek Dio Liskaria’ya doğru yürümeye başladık. Bir koydan diğerine geçerek yapılan bir yürüyüş oldu bu. Koylardan biri bizi öylesine kendine çekti ki uzun bir süre orada zaman geçirip bol bol yüzdük. Koca koyda bizden başka hiç kimsenin olmaması muhteşem bir duygu. Deniz adanın her yerinde çok güzel zaten.

Deniz sefasından sonra karnımız acıkınca Dio Liskaria’ya kadar yürümeyi gözümüz yemedi ve geri dönüp sahilde yemek yiyecek bir yer aradık ve karşımıza beyaz masaları, mavi örtüleriyle Taverna to Steki çıktı. Gitmeden önce yaptığımız araştırmalarda tavsiye edilen bir yerdi burası. Adanın hemen hemen her mekanı gibi bir aile işletmesi. Sahibi Dimitri tanışılması, sohbet edilmesi gereken bir adam. En büyük derdi kızı büyüyüp de erkek arkadaşı olduğunda ne yapacağı. 😀 Profesyonel aşçıymış. Oğlu da aşçılık okulunu bu sene bitirmiş. Mutfağa kendi giriyor ve ne sipariş ederseniz edin o size tattırmak istediği şeyi getiriyor ki bence çok iyi yapıyor. Her şey çok lezzetliydi. Hayatımın en lezzetli kalamarını burada yedim diyebilirim.

IMG_3066.JPG

Taverna to Steki

IMG_2908.JPG

Elbette kalamar, patates kızartması ve bira. Şarap ise ev yapımı

Sohbet esnasında akşam canlı müzik olduğundan söz edince yine oraya gitmeye karar verdik. Akşamüstü ayrılırken hesabı istediğimizde Dimitri, haydi gidin dercesine elini sallayıp “Later, later,” dedi. Ve ısrar etmemize rağmen hesap almadan bizi gönderdi.

Akşam müzik dinlemek için deniz tarafında değil, restoranın önündeki verandada oturduk. Canlı müzik derken bangır bangır bir ses beklemeyin. Bir gitar, bir buzuki ve şarkı söyleyen bir adam ve genç bir kız. Mikrofon yok. Ne yiyelim diye düşünürken Dimitri elinde bir kağıtla yanımıza oturdu. “Ne içeceksiniz?” diye sordu. Ev yapımı şaraptan istedik. Sonra bize hiç sormadan bir liste yaptı. Altı-yedi tabaklık bir liste. Buradaki minicik meze tabakları değil söz ettiğim. Kocaman servis tabakları. İki tanesi hariç hepsi deniz ürünü, hepsi tek kelimeyle nefis. Yemeğin sonuna doğru yan masaya gelen tatlıyı görünce biz de istedik ama Dimitri “Hayır,” diye cevap verdi. “Ama bir tane denemek istiyoruz,” dememize aldırmadı. Daha sonra çalan sirtakiye dayanamayıp ayağa fırlayarak sonunda tüm masalardan alkış alınca hak ettiğimizi söyleyerek hepimize birer tabak tatlı ikram etti ama masaya koyarken, “You won’t like it,” dedi. Mesele tatlıyı yeyince anlaşıldı. Söz konusu tatlı üzerine bir top dondurma konmuş revaniydi ama bizim revaniden farklıydı ve daha hamurdu. Dimitri Türk revanisinin tadını bildiğinden bunu sevmeyeceğimizi düşünmüştü. O kadar deniz ürünü olunca, üstüne üstlük şarap sürahilerinin sayısı dörde çıkınca, bir de öğlen yediklerimiz ve içtiklerimizi düşününce, hele hele canlı müzik söz konusu olunca ödeyeceğimiz miktar konusunda endişelenmeye başlamadık desem yalan olur. Hesap geldiğinde ise ne kadar yanıldığımızı fark ettik. Ağzımdan çıkan tek laf “İnsanlar neden Bodrum’a gelsinler?” oldu. İki adım ötede bir adada çok lezzetli, çok samimi, nefis sunumlu yemekler yeyip kendi ülkemizdekinin yarısı bir bedel ödemek Türk turizmi açısından gerçekten üzücü. Servis daha iyi, yemekler çok daha lezzetli, porsiyonlar daha büyük, ortam inanılmaz samimi ve fiyatlar yarıdan bile düşük. Acı ama gerçek bu. Esnafın tutumu ise ayrı bir konu. Hepsinin söylediği şu: “Bu adada nerede yemek yerseniz yiyin lezzetli şeyler yersiniz. Sadece her mekanın farklı bir spesiyali vardır.”

Ertesi sabah araba kiralayıp adayı dolaşmaya karar verdik. Daracık sokaklara rağmen ne trafik ne de park yeri sorunu var. Önce Lakki’ye gittik. Burası bir liman kasabası. Fazla bir şey yok. Ardından Pantelli’ye geçtik. Pantelli, Alinda’ya göre daha hareketli, daha turistik bir yer. Denizi çok güzel. Burada deniz molası verip Zorba’s Taverna’da vakit geçirdik. Yeldeğirmenlerinin nefis manzarasının tadını çıkardık.

IMG_2955.JPG

Oradan Agios Isidoros Kilise’sine geçtik. Burası adada görülebilecek en ilginç yerlerden biri. Denizin üzerindeki bir kayaya inşa değilmiş, minicik, gerçekten minicik bir kilise. Denizin ortasından geçen ince bir yoldan yürüyerek ulaşıyorsunuz. İçeri üç kişiden fazlası giremez. Gerçekten görülesi.

IMG_2959.JPG

IMG_2963.JPG

Bu fotoğrafı kapı eşiğinden çektim. İçerisi bu kadar.

Oradan ayrıldıktan sonra Ag. Marina’da mola verip hediyelik eşya dükkanlarına girip çıktık. Aslında her gittiğimiz yerden aldığımız o yöreye özgü duvar tabaklarından arıyorduk. Bulmamız biraz zor oldu çünkü hediyelik eşya satan yerlerin hepsinin kendine özgü ürünleri var ve hepsi bu ürünleri kendileri yapıyorlar. Gerçekten çok farklı ve güzel şeyler bulabilirsiniz.

Karnımız acıkınca bir gün önce gidemediğimiz Dio Liskaria’ya gidip Mary’nin söz ettiği Grek Tavernasında bir şeyler yemeye ve denize girmeye karar verdik. Koyun en sonunda salaş bir yer burası ve her yer gibi çok lezzetli. Deniz ise her yer gibi çok güzel. Adanın her köşesinde olduğunu gibi burada da sahil halka açık ve şezlonglarla şemsiyeler ücretsiz. Tüm kıyılarımızı işgal edip bize denize girecek yer bırakmayan işletmelere ve bunlara izin veren yönetimlere duyurulur.

IMG_2989.JPG

İkinci akşam için mutlaka gidilmesi gerektiği söylenen Mylos Fish Taverna’da yer ayırtmıştık. Burası adını hemen yanındaki, denizin üstüne kurulmuş yeldeğirmeninden almış. Aşırı tıkış tıkış bir yer ve gelenlerin çoğu Türk. Adanın genelinde şahit olduğumuz o sıcak ortam burada yok. Son derece turistik bir hizmet sunuyorlar. Fiyatlarda genele göre yüksek. Sırf kılıçbalığı pastırması uğruna bir kez gidilir ama o kadar.

O akşamüstü Mylos’a gitmeden önce günbatımıyla meşhur Gourna Koyu’na gittik. Gourna Koyu’nda pek bir şey yok. Günbatımının koyun diğer tarafından daha iyi görüneceği fark edince Drimonas’a geçtik. İyi ki de öyle yapmışız. Renklerin dansına şahit olduk diyebilirim. Leros’a yolunuz düşerse kaçırmamanız gereken bir manzara.

IMG_3041 - Kopya.JPG

IMG_3052.JPG

IMG_3036.JPG

Ertesi gün dönüşümüz akşamüstü 17.30’daydı. O saate kadar olan süreyi deniz kenarında geçirmek istediğimizden yine Taverna To Steki’ye gittik ve yine Dimitri’nin ne sipariş ettiğimizi dikkate almadan getirdiği şeyleri yedik. Patlıcan köftesine benzer, cacıkla yenen bir şey, güveçte peynirli mantar ve aslında üç tabak sipariş ettiğimiz karidesli makarnadan bir tabak. 😀 Patlıcanlı şeyi ve mantarı yedikten sonra bizi dinlememiş olduğuna teşekkür ettik. Yanlış anlaşılmasın makarna da tarifi mümkün olmayacak derecede lezzetliydi ama eğer siparişimizi aldığı gibi getirseydi diğer ikisinin tatmamış olacaktık. Hesabı istediğimizde yine, “Later, later,” dedi. Artık döndüğümüzü söyleyince ise, “Then next time,” diye cevap verdi ama bu kez ısrarla ödemeyi yaptık. Aslında o ‘next time’ kesinlikle olacak ama ne olur ne olmaz, değil mi? 😀

Son söz: Belki bana çok kızacaksınız ama adalar iyi ki bizde kalmamış demeden edemedim. Eğer bizim olsaydılar çoktan her yer otel dolmuş, tepelere kadar yığın yığın bina olmuş, doku mahvedilmiş ve tüm sahiller kalitesiz tesislerin iskeleleriyle dolmuş olurdu. Bu kıyaslamayı yapmak beni çok üzse de dokusu bozulan güzellikler karşısındaki üzüntüm daha büyük.

3 comments on “Cennetten Bir Köşe: Leros

  1. Nursel
    5 Eylül 2019

    çok tatlı yazmışsınız,notumu aldım,sevgiler

    Liked by 1 kişi

  2. mleventoglu
    21 Ağustos 2017

    ilgiyle okudum gerçekten Dimitri yi görmek için sabirsizlaniyorum..

    Beğen

    • Arzu Altınanıt
      22 Ağustos 2017

      İlk fırsatta tanışmanızı tavsiye ederim. Sonrasındaki yorumlarınızı da duymak isterim.

      Beğen

Yorum Yazın

Information

This entry was posted on 18 Temmuz 2017 by in Gezi Notları, Tüm Yazılarım and tagged , , , , , .